Devlet Adamları
Devlet Adamları
EVRONOS BEY
Osmanlıların meşhur kumandanlarından. On dördüncü asır başlarında Karasi diyârında dünyâya gelmiştir. Âilenin reisi olan Îsâ Bey ile oğlu Evrenos Bey, Karasi Beyliği ümerâsından iken, Beyliğin Orhan Gâzi tarafından fethedilmesi üzerine Osmanlıların hizmetine geçtiler. Şehzâde Süleymân Paşanın maiyetine verilen Evrenos Bey, onunla birlikte Rumeli’ye ilk ayak basan yiğitler arasında yer alıp; İpsala, Malkara, Dimetoka vesâir kalelerin alınmasında son derece mühim rol oynadı. Babası Îsâ Bey ise, bu akınların birinde şehit düştü. Şehzâde Süleymân Paşanın vefâtı üzerine Rumeli’de meydana gelen gerileme esnâsında Evrenos Bey ile Hacı İlbeyi’nin üstün gayretleri netîcesinde vahim bir durum meydana gelmedi. Aynı zamanda karşı akına geçen bu kumandanlar, Keşan ile İpsala’yı zaptederek Rumeli’ye geçmiş olan Murâd Hüdâvendigâr Gâzinin iltifâtına mazhar oldular. Sultan, Evrenos Bey’i Edirne üzerine yürüyen ordunun sol koluna tâyin etti ve Makedonya’daki Sırp kuvvetlerinin üzerine gönderdi. Evrenos Bey daha sonra Serez’de akıncı kumandanı olarak görülür. Burasını kendisine karargâh yapan genç kumandan, Makedonya’ya yaptığı akınlarla mühim kale ve şehirleri fethetti. 1385 yılında vezir Çandarlı Halil Paşa ile Makedonya’nın ele geçirilmesi harekâtına katıldı. Bu harekâtın tamamlanmasından sonra hacca giden Evrenos Gâzi, dönüşünde Kosova Savaşına katılmış ve Sultan Murâd onun tecrübelerinden çok faydalanmıştı. Kosova Savaşından sonra, Sultan Yıldırım Bâyezîd Han zamânında da Hacı Evrenos Beyin fetih faaliyeti devâm etti. Vadine ve Çitroz kasabalarını ele geçirdikten sonra, 1390 yılından îtibâren altı yıl Arnavutluk üzerine amansız akın hareketlerinde bulundu. Niğbolu Muhârebesinde ve Eflâk Seferinde büyük kahramanlıklar gösterdi. Evrenos Bey, Sultan Yıldırım Bâyezîd’in vefâtı ile ortaya çıkan karışık devrede, önce Emir Süleymân tarafını tuttu ise de onun vefâtını müteâkip bu gâilelere karışmamak için geri çekildi. Kendisi Rumeli’deyken Mûsâ Çelebi’nin onu ve diğer beyleri Emir Süleymân tarafını tutmakla suçlaması ve tazyik etmesi netîcesinde, el altından Mehmed Çelebi’ye haber göndererek Rumeli’de uygulayacağı siyâset hakkında bilgi verdi. Netîcede Çelebi Mehmed bu gâzi beylerin yardımı ile Osmanlı birliğini yeniden kurmaya muvaffak oldu. Hacı Evrenos Gâzi 100 yaşını geçmiş olduğu hâlde 1417 Kasımı’nda vefât ederek Vardar Yenicesi’ndeki türbesine defnedildi. Evrenos Beyin buradaki türbesinden başka câmi, medrese ve imâreti ile diğer şehirlerde hayır eserleri mevcuttur. Evrenos âilesi, Rumeli’de “Evlâd-ı Fâtihân” teşkîlâtının başında olarak on dokuzuncu yüzyıl ortalarına kadar gelmiştir.
Osmanlıların meşhur kumandanlarından. On dördüncü asır başlarında Karasi diyârında dünyâya gelmiştir. Âilenin reisi olan Îsâ Bey ile oğlu Evrenos Bey, Karasi Beyliği ümerâsından iken, Beyliğin Orhan Gâzi tarafından fethedilmesi üzerine Osmanlıların hizmetine geçtiler. Şehzâde Süleymân Paşanın maiyetine verilen Evrenos Bey, onunla birlikte Rumeli’ye ilk ayak basan yiğitler arasında yer alıp; İpsala, Malkara, Dimetoka vesâir kalelerin alınmasında son derece mühim rol oynadı. Babası Îsâ Bey ise, bu akınların birinde şehit düştü. Şehzâde Süleymân Paşanın vefâtı üzerine Rumeli’de meydana gelen gerileme esnâsında Evrenos Bey ile Hacı İlbeyi’nin üstün gayretleri netîcesinde vahim bir durum meydana gelmedi. Aynı zamanda karşı akına geçen bu kumandanlar, Keşan ile İpsala’yı zaptederek Rumeli’ye geçmiş olan Murâd Hüdâvendigâr Gâzinin iltifâtına mazhar oldular. Sultan, Evrenos Bey’i Edirne üzerine yürüyen ordunun sol koluna tâyin etti ve Makedonya’daki Sırp kuvvetlerinin üzerine gönderdi. Evrenos Bey daha sonra Serez’de akıncı kumandanı olarak görülür. Burasını kendisine karargâh yapan genç kumandan, Makedonya’ya yaptığı akınlarla mühim kale ve şehirleri fethetti. 1385 yılında vezir Çandarlı Halil Paşa ile Makedonya’nın ele geçirilmesi harekâtına katıldı. Bu harekâtın tamamlanmasından sonra hacca giden Evrenos Gâzi, dönüşünde Kosova Savaşına katılmış ve Sultan Murâd onun tecrübelerinden çok faydalanmıştı. Kosova Savaşından sonra, Sultan Yıldırım Bâyezîd Han zamânında da Hacı Evrenos Beyin fetih faaliyeti devâm etti. Vadine ve Çitroz kasabalarını ele geçirdikten sonra, 1390 yılından îtibâren altı yıl Arnavutluk üzerine amansız akın hareketlerinde bulundu. Niğbolu Muhârebesinde ve Eflâk Seferinde büyük kahramanlıklar gösterdi. Evrenos Bey, Sultan Yıldırım Bâyezîd’in vefâtı ile ortaya çıkan karışık devrede, önce Emir Süleymân tarafını tuttu ise de onun vefâtını müteâkip bu gâilelere karışmamak için geri çekildi. Kendisi Rumeli’deyken Mûsâ Çelebi’nin onu ve diğer beyleri Emir Süleymân tarafını tutmakla suçlaması ve tazyik etmesi netîcesinde, el altından Mehmed Çelebi’ye haber göndererek Rumeli’de uygulayacağı siyâset hakkında bilgi verdi. Netîcede Çelebi Mehmed bu gâzi beylerin yardımı ile Osmanlı birliğini yeniden kurmaya muvaffak oldu. Hacı Evrenos Gâzi 100 yaşını geçmiş olduğu hâlde 1417 Kasımı’nda vefât ederek Vardar Yenicesi’ndeki türbesine defnedildi. Evrenos Beyin buradaki türbesinden başka câmi, medrese ve imâreti ile diğer şehirlerde hayır eserleri mevcuttur. Evrenos âilesi, Rumeli’de “Evlâd-ı Fâtihân” teşkîlâtının başında olarak on dokuzuncu yüzyıl ortalarına kadar gelmiştir.
Devlet Adamları
AHMET CEVAT PAŞA
Osmanlı Devletinde on dokuzuncu asırda yetişen büyük devlet ve ilim adamı. 27 Mart 1822 (H. 1238)’de Tuna kıyısında bulunan Lofça kasabasında doğdu. Babası Lofça İdare Meclisi azasından İsmail Ağadır. İlk tahsilini Lofça’da yaptı. Yaradılıştan zeki ve kabiliyetli olduğu gibi, pek de çalışkandı. Dedesinin yardımı ile1839 yılında İstanbul’a geldi. Medrese tahsiline başladı. Bu arada, matematik, astronomi, tarih ve coğrafya gibi ilimlerle de uğraşarak kültürünü artırdı. O zaman çok meşhur olan Murad Molla tekkesine tatil günleri giderek Farisi öğrendi ve Mevlana’nın Mesnevi’sini bitirdi. Divançe’sinde bulunan şiirlerin çoğunu bu tekkeye devam ettiği sırada yazdı.
1844’te 22 yaşındayken Çanat payesi ile Rumeli kaleminde kadı oldu. 1845 yılında müderris olarak İstanbul camilerinde ders vermek hakkını elde etti. 13 Ağustos 1850’de Meclis-i Maarif azalığı ile birlikte Dar-ül-Muallimin (Öğretmen okulu) müdürlüğüne getirildi. Bu mektebi kısa zamanda ıslah ederek, mektebe giriş ve imtihan usüllerini yönetmeliklerle tesbit etti. Encümen-i Daniş’e (Osmanlı Akademisi) 1851’de asli üye seçildi. “Tarih-i Cevdet” namıyla şöhret bulan kıymetli eserinin üç cildini 1854 yılında bitirip Sultan Abdülmecid Hana sundu. Eseri çok beğenen Sultan, rütbesini yükseltti. Bir sene sonra da devletin resmi tarihçisi oldu.
Osmanlı Cihan Devletinin kanunlarını yapacak olan“Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye”ye 1861 yılında üye tayin edildi. 1866 yılında ilmiye sınıfından vezirliğe geçti. Halep vilayetine vali tayin edildi. Bir müddet orada kaldıktan sonra yeni kurulan “Divan-ı Ahkam-ı Adliye”ye başkan tayin edildi. Bu vazifede çok faydalı işler gördü; memleketin adliye ve hukuk sistemini devrin ihtiyaçlarına göre düzenlemeye çalıştı. Ali Paşa, Fransız medeni kanununun tercüme edilerek Osmanlı Devletinde tatbik edilmesi gerektiğini ileri sürüyordu. Buna karşı Ahmed Cevdet Paşa ve aynı düşüncede olanlar, İslam Hukukunun zengin ve tatbik edilmiş en kuvvetli dalı olan Hanefi fıkhının sistematik hale getirilerek kanunlaştırılması fikrini müdafaa ediyorlardı. Bu ikinci yani, Ahmed Cevdet Paşa ve arkadaşlarının fikirlerinin tatbiki için “Mecelle Cemiyeti”adıyla ilmi bir heyet toplandı. Memleketin en kıymetli hukuk alimlerinin iştirak ettiği bu meclis, Kur’an-ı kerimin hükümlerini kanun şekline sokup, bütün milletlerin kıymet verdiği Mecelle adındaki kitabı hazırlayarak, büyük hizmet etti. Cevdet Paşa, 1879 yılında Maarif Nazırlığına tayin edildi. Sonra da, çeşitli valiliklerde, Adliye, Maarif, Dahiliye, Ticaret nazırlıklarında bulundu. Padişah’ın hususi encümenlerine iştirak etti. 26 Mart 1895’te vefat etti. Naşı, Fatih Camii bahçesine defnedildi.
Alim, fadıl, edib, tarihçi ve büyük devlet adamı Cevdet Paşa, muhtelif sahalarda pekçok eser vermiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:
Tarih-i Cevdet: 12 cilttir. Osmanlı Devletinin 1774-1825 seneleri arasındaki tarihini anlatır. Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa: 12 kısımdır. Cevdet Paşanın en tanınmış eseridir. Hazret-i Adem’den itibaren bir çok peygamberin (aleyhimüsselam), İslam halifelerinin, İkinci Murad’a kadar Osmanlı padişahlarının tarihinden bahseder.
Tezakir-i Cevdet: Devrinin siyasi, içtimai, ahlaki cephesini anlatmıştır.
Ma’ruzat: Sultan İkinci Abdülhamid’e 1839-1876 yılları arasındaki tarihi ve siyasi hadiseleri takdim etmek için hazırlanmıştır.
Mecelle: Ahmed Cevdet Paşa başkanlığında bir hey’et tarafından hazırlanmıştır. (Bkz. Mecelle).
Divançe-i Cevdet: Gençliğinde yazdığı şiirleri, Sultan İkinci Abdülhamid’in emriyle bu kitapta toplamıştır.
Kavaid-i Osmaniye: Fuad Paşayla birlikte yazdığı dil bilgisi kitabıdır.
Ayrıca Belagat-ı Osmaniye - Kavaid-i Türkiye, Takvim-ül Edvar-Miyar-ı Sedad, Adab-ı Sedat fi-İlm-il-Adab, Hülasatül Beyan fi-Te’lifi’l -Kur’an, Asar-ı Ahd-i Hamidi, Hilye-i Seadet, Ma’lumat-ı Nafia (Faideli Bilgiler adıyla İhlas Matbaacılık A.Ş. tarafından Latin harfleri ile bastırılmıştır.) adlı eserleri çeşitli mevzulardan bahsetmektedir.
1844’te 22 yaşındayken Çanat payesi ile Rumeli kaleminde kadı oldu. 1845 yılında müderris olarak İstanbul camilerinde ders vermek hakkını elde etti. 13 Ağustos 1850’de Meclis-i Maarif azalığı ile birlikte Dar-ül-Muallimin (Öğretmen okulu) müdürlüğüne getirildi. Bu mektebi kısa zamanda ıslah ederek, mektebe giriş ve imtihan usüllerini yönetmeliklerle tesbit etti. Encümen-i Daniş’e (Osmanlı Akademisi) 1851’de asli üye seçildi. “Tarih-i Cevdet” namıyla şöhret bulan kıymetli eserinin üç cildini 1854 yılında bitirip Sultan Abdülmecid Hana sundu. Eseri çok beğenen Sultan, rütbesini yükseltti. Bir sene sonra da devletin resmi tarihçisi oldu.
Osmanlı Cihan Devletinin kanunlarını yapacak olan“Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye”ye 1861 yılında üye tayin edildi. 1866 yılında ilmiye sınıfından vezirliğe geçti. Halep vilayetine vali tayin edildi. Bir müddet orada kaldıktan sonra yeni kurulan “Divan-ı Ahkam-ı Adliye”ye başkan tayin edildi. Bu vazifede çok faydalı işler gördü; memleketin adliye ve hukuk sistemini devrin ihtiyaçlarına göre düzenlemeye çalıştı. Ali Paşa, Fransız medeni kanununun tercüme edilerek Osmanlı Devletinde tatbik edilmesi gerektiğini ileri sürüyordu. Buna karşı Ahmed Cevdet Paşa ve aynı düşüncede olanlar, İslam Hukukunun zengin ve tatbik edilmiş en kuvvetli dalı olan Hanefi fıkhının sistematik hale getirilerek kanunlaştırılması fikrini müdafaa ediyorlardı. Bu ikinci yani, Ahmed Cevdet Paşa ve arkadaşlarının fikirlerinin tatbiki için “Mecelle Cemiyeti”adıyla ilmi bir heyet toplandı. Memleketin en kıymetli hukuk alimlerinin iştirak ettiği bu meclis, Kur’an-ı kerimin hükümlerini kanun şekline sokup, bütün milletlerin kıymet verdiği Mecelle adındaki kitabı hazırlayarak, büyük hizmet etti. Cevdet Paşa, 1879 yılında Maarif Nazırlığına tayin edildi. Sonra da, çeşitli valiliklerde, Adliye, Maarif, Dahiliye, Ticaret nazırlıklarında bulundu. Padişah’ın hususi encümenlerine iştirak etti. 26 Mart 1895’te vefat etti. Naşı, Fatih Camii bahçesine defnedildi.
Alim, fadıl, edib, tarihçi ve büyük devlet adamı Cevdet Paşa, muhtelif sahalarda pekçok eser vermiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:
Tarih-i Cevdet: 12 cilttir. Osmanlı Devletinin 1774-1825 seneleri arasındaki tarihini anlatır. Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa: 12 kısımdır. Cevdet Paşanın en tanınmış eseridir. Hazret-i Adem’den itibaren bir çok peygamberin (aleyhimüsselam), İslam halifelerinin, İkinci Murad’a kadar Osmanlı padişahlarının tarihinden bahseder.
Tezakir-i Cevdet: Devrinin siyasi, içtimai, ahlaki cephesini anlatmıştır.
Ma’ruzat: Sultan İkinci Abdülhamid’e 1839-1876 yılları arasındaki tarihi ve siyasi hadiseleri takdim etmek için hazırlanmıştır.
Mecelle: Ahmed Cevdet Paşa başkanlığında bir hey’et tarafından hazırlanmıştır. (Bkz. Mecelle).
Divançe-i Cevdet: Gençliğinde yazdığı şiirleri, Sultan İkinci Abdülhamid’in emriyle bu kitapta toplamıştır.
Kavaid-i Osmaniye: Fuad Paşayla birlikte yazdığı dil bilgisi kitabıdır.
Ayrıca Belagat-ı Osmaniye - Kavaid-i Türkiye, Takvim-ül Edvar-Miyar-ı Sedad, Adab-ı Sedat fi-İlm-il-Adab, Hülasatül Beyan fi-Te’lifi’l -Kur’an, Asar-ı Ahd-i Hamidi, Hilye-i Seadet, Ma’lumat-ı Nafia (Faideli Bilgiler adıyla İhlas Matbaacılık A.Ş. tarafından Latin harfleri ile bastırılmıştır.) adlı eserleri çeşitli mevzulardan bahsetmektedir.
Devlet Adamları
ABDİ PAŞA (Nişancı)
Osmanlı devlet adamı ve tarihçi. Asıl adı Abdurrahman'dır. İstanbul'un Anadoluhisarı semtinde dünyaya geldi. Doğum tarihi belli değildir. Eğitim ve öğretimini Enderun-ı hümayunda tamamladı. 1648'de Saray-ı Hümayunun Büyük Oda kısmında ilk resmi vazifesine başladı. İki sene sonra Seferli Koğuşuna atandı. Bu vazifede1659'a kadar kalan Abdi Paşa, Has Oda'ya tayin edildi.
1665'te tuğra çekme vazifesi verildi. 1668'de sır katipliğine getirilen Abdi Paşa ertesi sene Temmuz ayında vezirlik rütbesi ile nişancılık nasbına tayin edilerek saraydan ayrıldı. Uzun süre bu vazifede kalan Abdi Paşa Çehrin Seferi sırasında İstanbul kaymakamı oldu (1678). Ertesi sene dördüncü vezirliğe terfi etti. İkinci vezir iken 1682'de Basra valiliğine tayin edildi. On sene kadar çeşitli illerde valilik yaptı.1690'da Kandiye, sonra Sakız muhafızlığına getirildi. Sakız muhafızı iken 1692 yılında vefat etti.
Abdi Paşa, devlet hizmetleri dışında Vekayiname adlı Osmanlı tarihi ile meşhur olmuştur. Bu eserini Has Oda'da vazifeliyken Dördüncü Mehmed Hanın isteği üzerine yazmaya başlamıştır. Eserin dili oldukça sade olup, üslubu güzeldir. Dördüncü Mehmed Han zamanı için birinci derecede kaynak olan bu eser, daha sonraki tarihçiler tarafından kullanılmıştır. Eser henüz yayınlanmamış olup, yazma nüshası Topkapı Sarayı Kütüphanesinde mevcuttur. Abdi Paşanın, ayrıca edebi sahada da çalışmaları vardır. Abdi mahlası ile yazdığı şiirlerini bir Divan'da toplamıştır. Ayrıca Ka'b bin Züheyr'in Kaside-i Bürde'sine ve Divan-ı Urfi'deki bazı şiirlere şerhler yazmıştır.
1665'te tuğra çekme vazifesi verildi. 1668'de sır katipliğine getirilen Abdi Paşa ertesi sene Temmuz ayında vezirlik rütbesi ile nişancılık nasbına tayin edilerek saraydan ayrıldı. Uzun süre bu vazifede kalan Abdi Paşa Çehrin Seferi sırasında İstanbul kaymakamı oldu (1678). Ertesi sene dördüncü vezirliğe terfi etti. İkinci vezir iken 1682'de Basra valiliğine tayin edildi. On sene kadar çeşitli illerde valilik yaptı.1690'da Kandiye, sonra Sakız muhafızlığına getirildi. Sakız muhafızı iken 1692 yılında vefat etti.
Abdi Paşa, devlet hizmetleri dışında Vekayiname adlı Osmanlı tarihi ile meşhur olmuştur. Bu eserini Has Oda'da vazifeliyken Dördüncü Mehmed Hanın isteği üzerine yazmaya başlamıştır. Eserin dili oldukça sade olup, üslubu güzeldir. Dördüncü Mehmed Han zamanı için birinci derecede kaynak olan bu eser, daha sonraki tarihçiler tarafından kullanılmıştır. Eser henüz yayınlanmamış olup, yazma nüshası Topkapı Sarayı Kütüphanesinde mevcuttur. Abdi Paşanın, ayrıca edebi sahada da çalışmaları vardır. Abdi mahlası ile yazdığı şiirlerini bir Divan'da toplamıştır. Ayrıca Ka'b bin Züheyr'in Kaside-i Bürde'sine ve Divan-ı Urfi'deki bazı şiirlere şerhler yazmıştır.
DEVLET ADAMLARI
BALİ BEY (Malkoçoğlu)
Fatih Sultan Mehmed Hanın kurdurmuş olduğu, Enderun-ı Hümayün adlı Saray Üniversitesinde yetişen meşhur akıncı beyi. Sultan İkinci Bayezid Han devrinde Silistre Beylerbeyliği yaptı. Fevkalade cesur, sadık ve kabiliyetli bir kumandandı. Pekçok ve büyük hizmetlerde bulundu.Kendisi Silistre Beylerbeyi bulunduğu sıralarda isyan eden Eflak Voyvodasına karşı gönderilen Osmanlı ordusunda yararlıklar gösterdi. Yine aynı beylerbeyliği sırasında Macaristan’a ordu sevkederek Varadin Kalesi ile diğer pekçok yeri zaptetti. Daha sonra Prut Nehrini geçerek Akkerman Kalesini ele geçirmek isteyen Buğdan Voyvodasını ordusu ile hezimete uğrattı. 1498 yılında 40.000 kişilik ordusu ile Lehistan üzerine akınlar yaparak Varşova şehrine kadar uzanmış ve büyük bir zafer kazanmıştı. Bu akınları sırasında tam 10.000 esir ve pekçok harb ganimeti ile dönmüştü. Bu ganimet ve esirlerden bir kısmını seçerek, Kethüdası Mustafa Bey ile Sultan İkinci Bayezid Hana gönderdi. Oğulları Ali ve Tur Ali Beyler de kendisi gibi cesur, silahşör ve kahraman idiler. Büyük oğlu Ali Bey, Sofya Sancakbeyliği yaptı. Küçük oğlu Tur Ali Bey ise, babasından sonra Silistre Sancakbeyliği hizmetinde bulundu. Bali Bey 1514 yılında vefat etti.
BALİ BEY (Malkoçoğlu)
Fatih Sultan Mehmed Hanın kurdurmuş olduğu, Enderun-ı Hümayün adlı Saray Üniversitesinde yetişen meşhur akıncı beyi. Sultan İkinci Bayezid Han devrinde Silistre Beylerbeyliği yaptı. Fevkalade cesur, sadık ve kabiliyetli bir kumandandı. Pekçok ve büyük hizmetlerde bulundu.Kendisi Silistre Beylerbeyi bulunduğu sıralarda isyan eden Eflak Voyvodasına karşı gönderilen Osmanlı ordusunda yararlıklar gösterdi. Yine aynı beylerbeyliği sırasında Macaristan’a ordu sevkederek Varadin Kalesi ile diğer pekçok yeri zaptetti. Daha sonra Prut Nehrini geçerek Akkerman Kalesini ele geçirmek isteyen Buğdan Voyvodasını ordusu ile hezimete uğrattı. 1498 yılında 40.000 kişilik ordusu ile Lehistan üzerine akınlar yaparak Varşova şehrine kadar uzanmış ve büyük bir zafer kazanmıştı. Bu akınları sırasında tam 10.000 esir ve pekçok harb ganimeti ile dönmüştü. Bu ganimet ve esirlerden bir kısmını seçerek, Kethüdası Mustafa Bey ile Sultan İkinci Bayezid Hana gönderdi. Oğulları Ali ve Tur Ali Beyler de kendisi gibi cesur, silahşör ve kahraman idiler. Büyük oğlu Ali Bey, Sofya Sancakbeyliği yaptı. Küçük oğlu Tur Ali Bey ise, babasından sonra Silistre Sancakbeyliği hizmetinde bulundu. Bali Bey 1514 yılında vefat etti.
DEVLET ADAMLARI
HASAN CAN
Yavuz Sultan Selim Hanın musâhibi, yakın arkadaşı. İsfehanlı müezzin Hâfız Mehmed Efendinin oğlu, Şeyhülislâm Hoca Sâdeddîn Efendinin babasıdır. 1514’te Çaldıran Zaferinden sonra Tebriz’e giren Yavuz Sultan Selim Han, Hasan Can Çelebi’yi maiyetine aldı ve daha sonra onu yanında İstanbul’a götürdü. Babası hâfız, kendisi de Sultân’ın nedîmi yâni en yakınlarından oldu. Selim Han, Hasan Can’ı dâimâ yanında ve sohbetlerinde bulundururdu. Pâdişâh’la birlikte Mısır Seferine katıldı. Mısır Seferinden döndükten sonra, Edirne’ye hareket etmek üzere olan Yavuz Sultan Selim, nedîmi Hasan Can’la saray bahçesini gezerken sırtına batan bir şeyden şikâyet eder. Sultân’ın düğmelerini çözüp sırtında henüz baş vermiş, etrâfı kızıl, olmamış katı bir çıban gören Hasan Can; “Pâdişâhım büyük bir çıbandır, henüz hamdır, zorlamak uygun değildir, bir münâsip merhem koyalım.” deyince, Yavuz; “Biz çelebi değiliz ki, bir çıban için cerrahlara mürâcaat edelim.” der. Daha sonra hamamda çıbanı oğduran Sultan, yaranın büyümesi üzerine Hasan Can’a; “Seni dinlememekle kendimizi telef ettik.” demiştir. Hastalığının ağırlaşmasına rağmen Edirne’ye doğru yola çıkan Yavuz’un hedefi Macaristan’dı. Ancak Sırt köyüne gelindiğinde Pâdişâh hareket edemeyecek kadar tâkâtsiz düştü. Yattığı yerden bir ara nedîmine dönen Sultan; “Hasan Can, bu ne hâldir?” buyurunca, Hasan Can; “Sultânım Allahü teâlâ ile olacak zamandır.” der. Yavuz ise; “Hasan Can bizi bunca zamandan beri kiminle bilirdin? Cenâb-ı Hakk’a teveccühümüzde kusur mu gördün?” dedikten sonra ondan Yâsîn sûresini okumasını ister. Hasan Can, Yâsîn sûresini okurken Pâdişâh da kendisine iştirâk eder. İkinci defâ okurlarken, “Selâmün kavlen min Rabbirrahîm” âyetini okuduktan sonra Kelîme-i şehâdet getiren Yavuz, rûhunu teslim eder. Hasan Can, Sultân’a karşı son vazîfelerini şöyle anlatmaktadır: “Hastalığı sırasında, ona hizmet etmek şerefinden bir an mahrum kalmadım. Geceleri sabahlara kadar mum gibi için için yanarak, karşılarında dururdum. Bir hizmeti olmadığı zaman, emr-i âlîleri ile döşekleri yanında oturur idim. Cerrahlar ilâca giriştikleri sırada kâh omuzuma dayanır, kâh cerrahların yaptıklarına bakmaya memur eder, ancak bana îtimâd buyururlardı. Son nefeslerine kadar bir an yanından ayrılmadım. Vefâtında, Kur’ân-ı kerîm okumak ve telkînde bulunmak vazîfesini yalnız ben gördüm.” Kânûnî Sultan Süleymân Han tarafından da büyük bir sevgi gören Hasan Can, Enderunda hocalık yaptı. 1567’de Bursa’da vefât eden Hasan Can’ın oğulları ve torunları arasında pekçok şeyhülislâm, kazasker ve devlet adamı yetişmiştir. Kabri Bursa’da Çelebi Sultan Mehmed’in türbesi önündedir.
HASAN CAN
Yavuz Sultan Selim Hanın musâhibi, yakın arkadaşı. İsfehanlı müezzin Hâfız Mehmed Efendinin oğlu, Şeyhülislâm Hoca Sâdeddîn Efendinin babasıdır. 1514’te Çaldıran Zaferinden sonra Tebriz’e giren Yavuz Sultan Selim Han, Hasan Can Çelebi’yi maiyetine aldı ve daha sonra onu yanında İstanbul’a götürdü. Babası hâfız, kendisi de Sultân’ın nedîmi yâni en yakınlarından oldu. Selim Han, Hasan Can’ı dâimâ yanında ve sohbetlerinde bulundururdu. Pâdişâh’la birlikte Mısır Seferine katıldı. Mısır Seferinden döndükten sonra, Edirne’ye hareket etmek üzere olan Yavuz Sultan Selim, nedîmi Hasan Can’la saray bahçesini gezerken sırtına batan bir şeyden şikâyet eder. Sultân’ın düğmelerini çözüp sırtında henüz baş vermiş, etrâfı kızıl, olmamış katı bir çıban gören Hasan Can; “Pâdişâhım büyük bir çıbandır, henüz hamdır, zorlamak uygun değildir, bir münâsip merhem koyalım.” deyince, Yavuz; “Biz çelebi değiliz ki, bir çıban için cerrahlara mürâcaat edelim.” der. Daha sonra hamamda çıbanı oğduran Sultan, yaranın büyümesi üzerine Hasan Can’a; “Seni dinlememekle kendimizi telef ettik.” demiştir. Hastalığının ağırlaşmasına rağmen Edirne’ye doğru yola çıkan Yavuz’un hedefi Macaristan’dı. Ancak Sırt köyüne gelindiğinde Pâdişâh hareket edemeyecek kadar tâkâtsiz düştü. Yattığı yerden bir ara nedîmine dönen Sultan; “Hasan Can, bu ne hâldir?” buyurunca, Hasan Can; “Sultânım Allahü teâlâ ile olacak zamandır.” der. Yavuz ise; “Hasan Can bizi bunca zamandan beri kiminle bilirdin? Cenâb-ı Hakk’a teveccühümüzde kusur mu gördün?” dedikten sonra ondan Yâsîn sûresini okumasını ister. Hasan Can, Yâsîn sûresini okurken Pâdişâh da kendisine iştirâk eder. İkinci defâ okurlarken, “Selâmün kavlen min Rabbirrahîm” âyetini okuduktan sonra Kelîme-i şehâdet getiren Yavuz, rûhunu teslim eder. Hasan Can, Sultân’a karşı son vazîfelerini şöyle anlatmaktadır: “Hastalığı sırasında, ona hizmet etmek şerefinden bir an mahrum kalmadım. Geceleri sabahlara kadar mum gibi için için yanarak, karşılarında dururdum. Bir hizmeti olmadığı zaman, emr-i âlîleri ile döşekleri yanında oturur idim. Cerrahlar ilâca giriştikleri sırada kâh omuzuma dayanır, kâh cerrahların yaptıklarına bakmaya memur eder, ancak bana îtimâd buyururlardı. Son nefeslerine kadar bir an yanından ayrılmadım. Vefâtında, Kur’ân-ı kerîm okumak ve telkînde bulunmak vazîfesini yalnız ben gördüm.” Kânûnî Sultan Süleymân Han tarafından da büyük bir sevgi gören Hasan Can, Enderunda hocalık yaptı. 1567’de Bursa’da vefât eden Hasan Can’ın oğulları ve torunları arasında pekçok şeyhülislâm, kazasker ve devlet adamı yetişmiştir. Kabri Bursa’da Çelebi Sultan Mehmed’in türbesi önündedir.
|
|